Bir Çığlığın Dışa Vurumu:
The Other Side of the Underneath

Şizofreniyi nasıl yaşarız? 

Peki tarif edilmesi zor olan bir kavram nasıl tasvir edilir? 

Esasında şizofreni nedir?

Jane Arden bunlara benzer birçok sorunun cevaplarını bizlere oldukça sürreal bir noktadan anlatmaya çalışır. Sadece anlatmakla da kalmaz şizofreni olgusunu seyirciye bütün gerçekliğiyle hissettirir. Film tipik bir çözümleme girişiminden uzak olduğu kadar, film süreci içerisinde şizofreninin düğümlerini açmaktan ziyade işi daha da karmaşıklaştırıp şizofreniyi farklı bir noktaya taşır. Çünkü filmde esas bahsi geçen konu salt sonuç odaklı değil, süreç ile ilgilidir. Arden, bir hastanın neler yaşadığını tüm çıplaklığıyla ve seyirciyi felç eden bir anlatımla gözler önüne serer. Böylelikle The Other Side of the Underneath tüm tekilliği ve cüretkar tavrıyla izleyiciye kendisini sunmaktadır.

Jane Arden yönetmen, senarist ve oyuncu olmasının yanı sıra anti-psikiyatrist akımlarının da öncüsü olan radikal bir feministti. 16 yaşında Galler’deki yuvasından ayrıldı ve yine aynı yaşta RADA’ya (Royal Academy of Dramatic Art) katıldı. Çeşitli tiyatro oyunları yazıp yönettiği gibi, kendi tiyatro oyunlarında da birbirinden ilgi çekici oyunculuklar sergiledi. Ortaya koyduğu çalışmalarda genellikle insanın zihinsel ve psikolojik derinliğine inen eserlerinin birçoğunda şizofreniyi farklı varyasyonlarla işledi. Genel hatlarıyla kadın deliliğini eserlerinin ana merkezine aldı ve basitliğin de dışında oldukça cesur bir noktadan hayata geçirdi. 1960’ların sonunda kaldırılan tiyatro sansürü Arden’ın eserlerinin gelişmesindeki en büyük etken oldu. Eserlerini oldukça feminist bakış açısıyla işledi ve böylece Britanya’nın feminist seslerinden birisi olarak anılmaya başladı. Tamamı kadınlardan oluşan bir tiyatro topluluğu olan Holocaust’u kurdu ve The Other Side of the Underneath filminin yapıtaşı denilebilecek bir tiyatro eseri: A New Communion for Freaks, Prophets and Witches’ı tam bu noktada hayata geçirdi. Tüm bu süreç içerisinde uzun süre depresyon ile de mücadele etti ve maalesef Jane Arden, 55 yaşında intihar ile hayatını sonlandırdı. 

– Tell me about your head

– I don’t know very much about my head

Film, genç bir kadının gölde dolaşırken kaçırılıp akıl hastanesine götürülmesiyle açılıyor. Bulunduğu hastanede kaldığı süre boyunca etrafındaki akli dengesi bozuk insanlar nedeniyle, baş kahramanız da onlara benzemeye başlıyor. Bu nedenle tekrar muayeneye alınıyor. Birebir gerçekleşen terapi seansları ile baş karakterimiz için bu muayene bir kabusa bürünüyor. Yönetmenin de rolünü oynadığı terapist karakteri, hastalarının sinirlerini yıpratacak ve ağlatacak derecede onların karanlık travmalarını ve duygularını açığa çıkarmak için zorluyor. 

Tam anlamıyla isminin hakkını veriyor The Other Side of the Underneath, alttakinin bir diğer tarafını/öteki yüzünü/yansımasını bizlere sunuyor. Ekran karşısındaki izleyicinin empati sınırlarını zorladığı kadar, tekinsizliği ve rahatsız ediciliği ile de zihnin yaşadıklarını eğip bükerek korku temasını filmin ana gidişatına eklemekten çekinmiyor. Arden, bir zamanlar eski psikiyatri hastanelerinde gördüğü zulmü bu film ile aktarmaya, bir nevi haykırışını somut bir biçimde yansıtmaya çalışıyor, izleyicinin farklı bir açıdan empati kurmasını sağlıyor. Filmin derinliğindeki en önemli etkenin kişisel sıkıntıların olduğunu açıkça görebiliyoruz. Genelgeçer bir şizofreni tanımından da öte, yönetmenin kendi ruhsal gelgitlerini de hissettiriyor. 

Film birçok ilgi çekici sekansa ev sahipliği yaparak sembolizmin biçimlendirdiği bir portre niteliği taşıyor; kulakları felç eden çello sesleri, aynadaki yansımasından kendi gerçekliğini keşfeden bir kadın karakter, bir kızın baltayla dövüldüğü an, her yere kanın sıçradığı ve bir grubun gürültülü bir biçimde enstrümanlarını çaldığı sahne, ve ruhsal ritüeller. O zamanın toplumsal tabularının yıkılış sürecini sinirleri geren bir haykırışla aktarıyor. İzleyiciye çıplak kadın vücudunu, adet görmeyi, evliliği ve hristiyanlığı simgeleyen sahneler gösteriliyor. Yanlış anlaşılan ve yanlış tedavi edilen şizofrenik bir hastanın, ruhsal açıdan çöküntüye uğramış öteki kadınlarla birlikte hastane ortamında maruz kaldığı zulüm anlatısına ek olarak, erkek bakış açısına da bir başkaldırı niteliğini de gözler önüne seriyor. Yalnızca topluluğun belli bir kesimini su yüzüne çıkartmaktan ziyade, cinselliğin bastırılmışlığını da yıkıp filmin sonlarına doğru kadının çarmıha gerilmesi ile adeta dini bakış açılarına bir meydan okuyor. Bu, filmin çekildiği dönemdeki kadının toplumdaki yerini izleyiciye belirtiyor.

Adeta sonsuz bir kabus niteliğine bürünen, fazlasıyla göz korkutan ve anlatılanın çok daha ötesinde bir çılgınlık işi olan bir film The Other Side of the Underneath. Hiçliğin ortasındaki bir farkındalık anı, bir yakarış, özgürleştirici radikal bir duruş. Öfkenin temelini, şizofreninin algılanışını ve toplum içindeki kadın figürünün zihinleri allak bullak edişini izleyiciye zihinsel ve imgesel bir serüvenle sunuyor.

%d blogcu bunu beğendi: